Milletvekili Karaca, Meclis gündemini değerlendirdi
Emek Partisi Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında Kürt sorunundaki gelişmeler, 2025 bütçe teklifi, Lübnan Tezkeresi hakkında değerlendirmelerde bulundu.
2025 yılı bütçesi görüşmelerinin başlamasıyla sunulan teklif hakkında değerlendirmelere bulunan Karaca, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz'ın "2025 yılı bütçesi “istikrar, icraat ve kalkınma bütçesidir” sözlerine karşı "Bu bütçe açıkça “istismar, itaat, kayırma” bütçesidir." dedi.
Gündemdeki çözüm tartışmalarını değerlendiren Karaca, devletin ancak egemen sınıfın çıkarları söz konusuysa ya da bu çıkarlar tehdit altındaysa Kürt sorununu hatırladığını belirterek "Cumhur ittifakının kendi egemenliğini pekiştirmeye yönelik hamleleri karşısında emekçiler, halklar sadece seyirci kalmayacaksa bunun yolu, ülkede ve bölgede barış için; Kürt sorununun tam hak eşitliğine dayalı kalıcı çözümü ve ülkede gerçek bir demokratikleşme için halk kesimlerinin, emek ve demokrasi güçlerinin biz de varız demesidir. Bensiz olmaz demesidir. Bu, hepimize bir sorumluluk yüklüyor." şeklinde konuştu.
TBMM gündemine gelen Lübnan Tezkeresine dair de değerlendirmelerde bulunan Karaca, "Gelişmeler gösteriyor ki, 50 ülkenin askerlerini Lübnan’a göndermesi barışı sağlamıyor, Siyonist İsrail Ordusunu durdurmuyor. Lübnan’a asker göndermek için TBMM’den izin isteyen Erdoğan hamasi sözlerle işgalci İsrail’ i kınar gibi yaparken; onlarla askeri, siyasi, ticari bütün ilişkilerini sürdürmeye devam ediyor.
Barışı, saldırgan İsrail ve emperyalist orduları durduracak olan emperyalistlerin dünya hegemonyasının bir aracı durumundaki BM Güvenlik Konseyi ve onların güdümündeki devletler değil, emperyalist savaşa ve Siyonist işgale karşı duran halklar olacaktır." dedi.
Sevda Karaca'nın konuşmasının tamamı şöyle:
BÜTÇE
2025 yılının bütçe görüşmeleri resmi olarak başladı. Resmi olarak diyorum çünkü, şimdi bütçe kanunu diye kağıda yazdıkları ekonomi politikasını zaten uzun zamandır uyguluyorlar.
Dün CB yardımcısı Cevdet Yılmaz plan ve bütçe komisyonunda konuşma yaptı. Türkiye ekonomisinin durumunu açıklarken Cevdet Yılmaz’ın çizdiği tabloyu dinleyen “Ya bu anlatılan ne güzel memleket, biz de yerleşelim bari” der.
Sözüm ona bu bütçe toplumun tüm kesimlerinin ihtiyacını gözeterek, kaynakların etkin şekilde kullanımıyla hazırlanmış. Güya ekonomik kalkınma ve sosyal refahı arttıracakmış. Yılmaz’ın bu tezini dayandırdığı tek ölçek var o da “büyüme rakamları”. “Ekonomik büyüme”ye tapan AKP, niteliksel hiçbir karşılığı olmayan bu büyüye hepimizin kapılmasını istiyor.
Büyüme dedikleri şey, parasal piyasa işlemlerinin ölçeğini gösteriyor. Bir toplumun -özellikle de emekçilerin- ne durumda olduğunu göstermiyor. Ama AKP “büyüme” ile ekonomik durum açıklamayı çok seviyor. Çünkü “sanal refah artışı” göstergesi olan bu rakamlar; ‘yüksek enflasyon’, ‘işsizlik’, ‘yoksulluk’, ‘gelir bölüşümü adaletsizliği’ gibi gerçeklerin üzerini çok güzel örtüyor. Oysa yurttaşın ekmeği günden güne küçülüyor.
Ekonomik büyüme hikayesinin yazıldığı ama yurttaşların ümüklerinin sıkıldığı ülkelerin tamamında aynı gerçekler yaşanıyor: Emek sömürüsü alabildiğine yoğunlaşıyor, vahşileşiyor. Emekçiler korkunç çalışma koşullarına mahkum ediliyor, örgütlenme ve toplu pazarlık hakları ortadan kaldırılıyor, insan hakları, demokratik hak ve özgürlüklerin esamisi okunmuyor, sağlık ve eğitim gibi en temel hizmetler yoksullar için lüks haline geliyor, iktidarların sorumsuz, hesap vermeyen israfçı harcamaları tavan yapıyor, doğanın yağması, yer altı ve yer üstü kaynaklarının talanı arşa varıyor, kadına şiddet korkunç boyutlara ulaşıyor ve savaşçı politikalar hız kazanıyor…
İşte karşımızdaki bütçe, emekçilere yine aynı hikayeyi yazıyor. Bunlardan başka bir tek şey bile vaat etmiyor.
Yılmaz dün bu hikayeyi anlattı. Dedi ki; 2025 yılı bütçesi “istikrar, icraat ve kalkınma bütçesidir”
Biz de diyoruz ki: Bu bütçe açıkça “istismar, itaat, kayırma” bütçesidir.
İstismar bütçesidir çünkü… Bu bütçenin ana kaynağını oluşturan vergiler, ya emekçiye ücreti ödenmeden kaynağından ya da ödendikten sonra doğrudan cebinden çalınıyor. Halkın aldığı nefesten haraç kesen iktidar, bu yıl geçen yıla göre vergileri yüzde 45.4 arttırıyor. Hesaba göre önümüzdeki yıl toplanacak her 100 liralık verginin yaklaşık 56 lirası KDV ve ÖTV gibi sadece iki dolaylı vergiden oluşacak. Emekçilerin emeğ de hakkı da istismar edilecek.
Bu bütçe itaat bütçesidir; çünkü… Halk yine bütün kamusal hizmetlerden yoksun bırakılacak. KYK yurtlarında öğrencilerin yemeklerinden kurt-böcek çıkmaya devam edecek, çocuklara bir öğün ücretsiz yemek verilmeyecek, okullar pislik içinde kalacak. Hastane ve ilaç katılım payları yine bizden çıkacak, kadınlar yine şiddete ve sadakalara mahkum edilecek. Hak isteyenin karşısına, bütçesi kat kat arttırılan Diyanet’in müftüleri dikilecek, rekor seviyede güvenlik bütçesi verilen kolluk dikilecek. Bütün haklardan yoksun emekçilerden itaat istenecek.
Bu bütçe açıkça kayırma bütçesidir çünkü… Bebeklerin, yaşlıların, engellilerin katili sağlıkta piyasalaşma tam gaz sürerken, sağlık patronlarına peşkeşler devam edecek. “Avrupa’nın kıskandığı” köprüler, şehir hastaneleri, tünellerin garanti paraları halktan alınıp yerli ve yabancı kapitalistlere akıtılacak… Emekçiden yine “büyüme” uğruna sebat istenirken, işsizlik maaşından bile vergi keserlerken kapitalistleri, patronları vergiden muaf tutmaya devam edecekler. Emekçiden alınan vergiler, kayırdıkları patronlara hava yastığı yapılacak.
Bunların hepsini bütçe görüşmeleri süresince detaylarıyla anlatacağız, AKP’nin yalanlarını tek tek ortaya sereceğiz. Ancak şimdi söylenecek tek bir şey var: Emekçilerin hakkına ve canına kast eden Şimşek programının soygun ve yağmasına, patronların karını, halkın sefaletini katlayacak 2025 bütçesiyle tam gaz devam etmek istiyorlar.
ÇÖZÜM TARTIŞMALARI
Yıllardır çözümsüz bırakılarak çıkar sağlanan Kürt sorunu, bugün “birdenbire” memleket gündeminde “çözüm” tartışmasıyla baş sıraya yerleşti. Kürt halkının demokratik çözüm mücadelesi söz konusu olduğunda günahını bile vermeyecek olan Devlet Bahçeli ne oldu da şimdi böyle beklenmedik çıkışlar yapar oldu?
Biliyoruz ki devlet ancak egemen sınıfın çıkarları söz konusuysa ya da bu çıkarlar tehdit altındaysa Kürt sorununu hatırlar.
Yaşanan gelişmelere ve arkasındaki politik hesaplara bakıldığında karşımıza şu gerçek çıkıyor: İktidar bloku ve arkasındaki sermaye güçleri, bölgesel tehdidin arttığı bir dönemde iç cepheyi tahkim ederek kendi pozisyonunu güçlendirmek ve yeni fırsatları kollamak istiyor. Kimi sembolik adımlarla muhalefeti ve toplumu beklentiye sokarak uyguladığı politikaların dayanaklarını güçlendirmenin hesabını yapıyor.
Hem ekonomide hem iç politikada hem de bölge politikası başta olmak üzere dış politikada tıkanmış bir tek adam yönetimi ve Cumhur ittifakı var ortada. Öcalan’ın konumunu, bu durumu aşmanın bir dayanağı yapmak istiyorlar.
Bu yüzden Kürt hareketini, demokrasi güçlerini baskılayarak kendi “çözüm”ünü tek çözüm olarak dayatmayı amaçlıyor. Kürt halkının barış özlemi karşısında beklenti yaratarak moral üstünlüğü ele alma ve halksız ve örgütsüz çözüm planı yapıyor.
Ama unutulmasın ki halksız çözüm karşısında, öncelikle Kürt halkının mücadelesinin birikimi ve deneyimi var. Kürt halkı demokratik-barışçıl çözümden yana olduğunu ama baskı ve savaş politikalarına da teslim olmayacağını defalarca gösterdi.
Türk emekçileri de kendi deneyleriyle görüyor. Bu iktidar her hak talebinde karşısına polis dikiyor asker dikiyor. Sana hak mak yok, ya boyun eğeceksin ya seni ezeceğim diyor. Ama Türk emekçilerin şunu daha ileriden görmesine ihtiyacımız var. Kürt halkına yönelen her saldırı, tüm emekçiler üzerindeki baskı ve sömürüyü de katmerlendiriyor. Emekçiler, kardeş bir halkın kendi geleceği hakkında özgürce karar vermesine destek olmanın, sınıf kardeşlerine güven duymanın; her iki halk arasındaki kardeşliği güçlendireceğini, bunun da emperyalizme ve egemen sınıflara karşı her iki halk arasındaki mücadele birliğini geliştirip güçlendireceğini görmek zorunda.
Biz Kürt sorununun çözüm sürecini, ülkede gerçek bir demokratikleşme, halklar arası eşitlik ve kalıcı barış için bir mücadele süreci olarak tarif ediyoruz.
Bu yüzden Cumhur ittifakının kendi egemenliğini pekiştirmeye yönelik hamleleri karşısında emekçiler, halklar sadece seyirci kalmayacaksa bunun yolu, ülkede ve bölgede barış için; Kürt sorununun tam hak eşitliğine dayalı kalıcı çözümü ve ülkede gerçek bir demokratikleşme için halk kesimlerinin, emek ve demokrasi güçlerinin biz de varız demesidir. Bensiz olmaz demesidir. Bu, hepimize bir sorumluluk yüklüyor.
Biz, sorunları çözecek tek gücün, en temel muhatabın halklar ve işçi emekçiler olduğuna inanıyoruz. Kürt halkı, işçi ve emekçileri barış ve demokrasi mücadelesinin ana öznesi, en temel muhatabı, çözüm masasının baş aktörüdür. Cumhur ittifakının, egemenlerin çıkarı için ortaya attığı her türden çökertme planını boşa çıkarılması için… Ortak kadere sahip halkların, emekçilerin baskı ve sömürüye karşı ortak mücadelesinin önüne çekilen gerici duvarların yıkılması için… Halkların kendi kaderlerini belirlemesi için… Bu ülkeye lazım olan en temel şey işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadele birlikteliği. Halkların gönüllü birliğinin, birlikte huzur içinde yaşamalarının garantisi, onurlu bir barışın herkesin ortak talebi, ortak gündemi, ortak mücadelesi haline gelmesidir.
Halkların barış özlemini kendi bekalarına dayanak yapmak isteyenlere karşı sözümüz açık. Halkın tartısına hamasetle değil, somut adımlarla çıkın.
İşe Hakkâri Belediyesine atanan kayyımdan başlayın.
Bahçeli’nin daha önce kapatılmasını istediği Anayasa Mahkemesinin Selahattin Demirtaş, Can Atalay ve Osman Kavala için verdiği kararların uygulanmasından başlayın. Kayyum ve kumpas siyasetinden vazgeçin, ayrımsız siyasi genel af ilan edin.
Bu ülkede milyonlarca Kürt yaşıyorken bu mecliste Kürtçeden “bilinmeyen bir dil” diye söz etme utancını ortadan kaldırmak için adım atın.
İçeride ve dışarıda operasyonları derhal durdurun.
Öcalan’la görüşülmesi ve sağlıklı koşullarda bir diyalog sürecinin başlaması için tecriti kaldırın.
Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümü için Meclis’te gerekli düzenlemelerin yapılması sürecini hemen başlatın.
Bu somut adımları attıracak olan, gerçek bir çözüm masasını kurdurtacak olan egemenlerin iyi niyeti değil, egemenler karşısında halk güçlerinin, emekçilerin birleşik mücadelesinin gücüdür. Ülkeye demokrasi ve bölgeye barış; Cumhur’un eliyle ve davetiyle değil, halk güçlerinin çözüm istemesiyle, çözüm için mücadele birliğiyle gelecek.
Biz, Emek Partisi olarak, bölge örgütlerimiz ve tüm Türkiye örgütlerimizle Kürt halkının demokratik hakları ve siyasal özgürlükleri için mücadeleden geri durmayacağız, barış, eşitlik ve demokrasi sorununu, tüm Türkiye işçi sınıfı ve halklarının ortak sorunu olarak ele alarak barış mücadelesini toplumsallaştırmanın ve halkların çözüm masasını kurmanın tüm olanaklarını yaratmaya çalışacağız.
LÜBNAN TEZKERESİ
Birleşmiş Milletler (BM) Geçici Görev Gücü (UNIFIL) kapsamında Lübnan’ da bulunan T.C. askerinin görev süresinin 1 yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM Başkanlığına sunuldu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararı ile 2006’da konuşlandırılan Görev Gücü sözüm ona geçiciydi. Ancak 18 senedir görevde. Ve 18 sene sonra görevini yerine getiremediği de anlaşıldı. Çünkü kısa bir süre önce Lübnan topraklarını 20 sene sonra yeniden işgale girişen saldırgan İsrail ordusunu durduramadı. Hatta İsrail askerleri BM Görev Gücünün karargahına dahi girdi.
BM Görev Gücünde 50 ülkeden 10 bin asker görev yapıyor. İşgalci İsrail ordusunun Lübnan’ı işgali ve BM Görev Gücünün konuşlandığı alana İsrail askerlerinin girmesi karşısında orada askerleri bulunan 50 devletten etkili bir tepki gelmedi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in cılız bir kınama açıklamasına Faşist Netanyahu sert bir cevap verdi ve Guterres’in Görev Gücünü Lübnan’dan çekmesini istedi.
Gelişmeler gösteriyor ki, 50 ülkenin askerlerini Lübnan’a göndermesi barışı sağlamıyor, Siyonist İsrail Ordusunu durdurmuyor. Lübnan’a asker göndermek için TBMM’den izin isteyen Erdoğan hamasi sözlerle işgalci İsrail’ i kınar gibi yaparken; onlarla askeri, siyasi, ticari bütün ilişkilerini sürdürmeye devam ediyor.
Barışı, saldırgan İsrail ve emperyalist orduları durduracak olan emperyalistlerin dünya hegemonyasının bir aracı durumundaki BM Güvenlik Konseyi ve onların güdümündeki devletler değil, emperyalist savaşa ve Siyonist işgale karşı duran halklar olacaktır.
Tek Adam İktidarının sözde barış ve İsrail karşıtı olma oyununun aleti olmayı kabul etmiyoruz. Erdoğan’ a göstermelik tezkereler yerine işgalci, soykırımcı İsrail ile hemen bütün ilişkilerin kesilmesi, BM tarafından İsrail’ e yaptırım kararı alması için girişimlerde bulunulması çağrısı yapıyoruz.