Muammer Kaddafi’nin 2011’de devrilmesinin ardından ilk demokratik deneyimini yaşayan, ancak bu girişimi geniş zamana yayamayan Libya, bugün iç savaşla yıpranmış ve üç parçaya bölünmüş durumda. Petrol rezervleri sebebiyle dünya kamuoyunun dikkatini çeken, Doğu Akdeniz’de yalnız kalan Türkiye’nin ise meşru müttefik arayışıyla yöneldiği Libya son aylarda dünya gündemine oturmuş durumda.
Son yıllarda Birleşmiş Milletler tarafından tanınan başkent Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Tobruk’taki Libya Ulusal Ordusu destekli Temsilciler Meclisi’nin güç mücadelesine sahne olan Libya’nın bugünlere geliş hikâyesi, soru ve yanıtlarla şöyle…
Muammer Kaddafi’nin 2011’de, Orta Doğu’nun dört bir yanında ‘Arap Baharı’ devam ederken devrilmesi ve ardından linç edilmesi Libya’da güç boşluğu yarattı.
42 yıllık Kaddafi rejiminin ardından Libya’da 2012’de ilk demokratik seçimler yapıldı. Mahmud Cibril liderliğinde bir hükümet kuruldu, ancak ülkede NATO’nun desteğiyle Kaddafi’yi deviren isyancı milislerin çoğu hâlâ varlığını sürdürüyordu. Trablus’taki yeni hükümet, milislere söz geçirmeyi başaramadı ve merkezi hükümet demokratik kurumları sürdürebilecek, düzeni sağlayabilecek noktaya gelemedi. Milis gruplar ülkenin çeşitli varlık ve yapılarına el koyarken, Trablus’un bunları durduracak güçlü bir ordusu yoktu; milis liderler boşluktan faydalanarak ülkede siyasi güç elde etme yarışına girişti.
Trablus Uluslararası Havalimanı’nda 2014 yılında yaşanan çatışma, iç savaşı, tüm ülkeye yayılacak bir boyutta yeniden alevlendirdi. Ülkenin farklı noktalarında kurulan farklı hükümetleri çeşitli silahlı gruplar desteklemeye başladı. Taraflar kendilerini bir açmazın içinde buldu.
İç savaş başladıktan bir yıl sonra, 2015’te, Birleşmiş Milletler Trablus’ta Fayez Al-Sarraj liderliğinde bir hükümet kurulmasına destek verdi. Bu vesileyle bugün Batı ülkelerinin çoğunun desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti kurulmuş oldu.
Mısır yakınlarındaki Tobruk kentinde merkezlenen General Halife Hafter’in liderlik ettiği Libya Ulusal Ordusu’nun kontrolündeki Temsilciler Meclisi ise bu kararı tanımadı. Hafter, başına getirildiği Libya Ulusal Ordusu’nu 2014 yılındaki güç boşluğundan faydalanarak, ardından da bazı milis gruplarla ittifak kurarak güçlendirdi. Sırtını Ulusal Ordu’ya dayayan Tobruk’taki Temsilciler Meclisi ve Hafter, başkent Trablus’ta hak iddia etti.
Bu sürecin ardından, zaten senelerce diktatörlük ve çatışmalarla yıpranmış ve istikrarı unutmuş Libya’da birbirine rakip iki hükümet oluştu.
Nisan ayında Hafter güçleri Trablus’a doğru ilerlemeye başladı. Bu, iç savaşta yeni bir dönem başlattı ve Libya’da yaklaşık 8 yıldır süren çatışmalar dünya ve Türkiye basınında geniş yer bulmaya başladı.
Uzun süre boyunca birbirine karşı savaşmış milis gruplar BM destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin bayrağı altında birleşerek bu kez Hafter liderliğindeki ‘Libya Ulusal Ordusu’ ile savaşmaya başladı.
Bu çatışmalarda BM destekli hükümet için savaşan kuvvetler Hafter’in başkente yürüyüşünü yavaşlatmayı başardı. Libya Ulusal Ordusu geçen 9 aya rağmen başkent Trablus’u ele geçirmeyi başaramadı.
Ancak bu ilerleyişin durdurulması Trablus’ta hayatın kötü etkilenmesini engelleyemedi. Şehre roketlerin düşmesi, sürekli çatışma ve silah sesleri artık kentin sakinleri için alışılmış şeyler haline geldi. Şehirdeki hükümeti dünyanın en büyük uluslararası örgütlerinden biri olan BM desteklese de, yönetim şehre artık elektrik ve su sağlamakta bile zorlanıyor.
Hafter yönetimindeki Libya Ulusal Ordusu 2019’un son günlerinde Trablus’a giden yolları ele geçirdiğini açıkladı. Yapılan açıklamada, “Libya Ulusal Ordusu başkentin merkezine çıkan yollardaki şiddetli çatışmaların ardından ilerliyor. Ulusal Mutabakat Hükümeti havalimanına giden yolda cesetleri yerde bırakarak geri çekildi” denildi.
İtalya’da yayın yapan Corriere della Sera gazetesine konuşan Birleşmiş Milletler (BM) Libya Özel Temsilcisi Ghassan Salame de Aralık başında verdiği bir röportajda artık Hafter güçlerinin başkente iyice yaklaştığını ve Trablus’un düşebileceğini ifade etmişti.
Libya’nın güney bölgeleri genel olarak farklı aşiretlerin kontrolü altında. Ülkenin çok büyük bir bölümü, neredeyse üçte ikisi Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu destekli Tobruk Yönetimi’nin kontrolünde. Bu topraklar Bingazi’yi de kapsıyor.
Birleşmiş Milletler’in ve Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti ise ülkenin kuzeybatısında küçük bir bölümü kontrol ediyor. Bu bölgeler arasında güneyden kuşatma altındaki başkent Trablus, Homs ve Misrata bulunuyor.
Trablus’taki hükümet Türkiye, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından destek görüyor. Türkiye’nin tezkere kararı alıp almayacağı tartışılırken Suriye’de TSK’nın yanında yer alan bazı muhalif grupların da Libya’ya geçip Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek vereceği iddia edilmişti.
Hafter destekli Temsilciler Meclisi’ne destek verenler arasında ise Rusya, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa bulunuyor.
ABD’nin Hafter tarafına yakınlık duyduğu belirtilse de hangi tarafta bulunacağı ile ilgili kesin bir açıklama henüz yapılmadı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçen haftalarda bölgedeki bir başka ülke olan Tunus’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi, ancak Türkiye bu ziyaretten istediğini alamadı, Tunus, Trablus’a açık destek sunmadı.
1943 doğumlu Halife Hafter, 1969’da Kral İdris’i deviren Kaddafi’nin subaylarından biriydi.
Kaddafi yönetiminde terfi ile ödüllendirilen Hafter, Çad’daki Libya güçlerinin başına getirildi. Fransa’nın desteklediği Çad güçlerine yenildikten sonra 300 adamıyla beraber yakalandı. Kaddafi Çad’da Libya’nın askeri varlığı olduğunu kabul etmemişti, bu yüzden Hafter ve diğer tutsakları ‘kaderine terk etti.’ Hafter serbest bırakıldıktan sonra ABD’ye yerleşti. Hükümeti tarafından terk edilen Hafter’in bundan sonra kendini Kaddafi’yi devirmeye adadığı söyleniyor.
ABD’de geçirdiği sürece Langley’deki CIA (ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı) Merkez Binası’na çok yakın yaşaması sebebiyle Hafter’in uzun yıllar boyunca istihbarat birimiyle işbirliği yaptığı düşünülüyor. CIA’in de, Kaddafi’ye yönelik bazı suikast girişimlerinde dahli olduğu biliniyor.
Hafter, 2011’de halk Kaddafi’ye karşı ayaklanınca ülkesine geri döndü. 2014’ün Şubat ayında halka o dönem hâlâ aktif olan Genel Ulusal Kongre’ye karşı ayaklanma çağrısında bulundu. Aynı yılın Mayıs ayında radikal İslamcı militanlara karşı ‘Operasyon Şeref’i başlattı. 2015’te Genel Ulusal Kongre’nin yerine kurulan Temsilciler Meclisi Hafter’ı Libya Ulusal Ordusu’nun komutanı ilan etti.
Bugünlerde Libya’nın ‘en güçlü komutanı’ kabul edilen Hafter’in ‘Libya’nın Sisi’si’ olmak istediği ifade ediliyor.
Enerji uzmanı akademisyen Volkan Aslanoğlu, T24’te yayımlanan makalesinde, ülkedeki istikrarsızlıktan etkilenmesine rağmen ülkenin toplam ihracat hacminin ortalama yüzde 70’ini ham petrolün oluşturmakta olduğunun altını çizdi. Libya, yaklaşık 48,36 milyar varil olarak hesaplanan konvansiyonel petrol rezervleriyle, petrol varlığı konusunda dünyada 8. sırada.
Aslanoğlu makalesinde, Libya’da henüz kullanılmayan sahalar olduğunu da şu ifadeler ile aktardı:
“OPEC verilerine göre yaklaşık 48 milyar varil petrole sahip iken Libya Ulusal Şirketi bu miktarın 65 milyar varile ulaşabileceği yönünde fikir beyan ediyor. Ülke 21 tane dev sahaya sahip. Fakat Libya’nın alameti farikası keşfetmiş olduğu sahalar değil, henüz keşfetmemiş olduğu sahalar. Bu noktada ise Sirte Havzası devreye giriyor.’’
Yaptığı teknik analizin TSK’nın Libya’ya gönderilmesi tartışmalarıyla ilgisi olmadığı notunu düşen Aslanoğlu, Türkiye’nin bölgeye ilgisi konusunda, şu yorumu yapıyor:
‘’Türkiye’nin kendi gemileri ve olanakları ile başka bir ülkenin denizinde arama yapmasının konuşulmasının dahi ne kadar değerli olduğunu anlatamam. ‘Kıbrıs’ta 600 yıl yetecek gaz var’, ‘Sirte süper havza, şu kadar petrol var’ gibi hikâyelere gerek yok. Türkiye zaten petrol ve doğalgaz fakiri bir ülke oldu, en ufak bir keşif bile çok büyük fark yaratacak. Kasım 2019 itibariyle deniz sularında arama yapılan sadece 32 ülke var. Bunların birçoğu A.B.D., Kanada, Çin, Hindistan, Meksika ve Norveç gibi yıllara dayanan pratiği olan ülkeler. Bunların dışında yer alan Mısır, GKRY gibi ülkeler başka ülkelerin ekipman ve bilgi birikimine muhtaç. Tek bir istisna var, o da Türkiye. Sirte Havzası’nda olduğu iddia edilen petrol veya doğalgaz rezervlerinin onda biri bile bu bölgede var ise, aramaya değer.”
Uzun süredir pimi çekilmiş bir bomba gibi bekleyen Doğu Akdeniz krizi, 2019’un baharında Türk dış politikasının ana gündem maddelerinden biri haline geldi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arayışlarına Ankara karşı çıktı ve kendi sondaj gemilerini Kıbrıs açıklarına gönderdi. Avrupa Birliği, üyesi Güney Kıbrıs’ın yanında yer aldı ve Türkiye kıta sahanlığı tartışmalarında kendisine müttefik bulmakta zorlandı.
Güvenlik Analisti Metin Gürcan, 2019’un Nisan ayında T24’e verdiği söyleşide “Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir blok oluştuğu ve Ankara’nın bu durumu iyi okuyamadığı” değerlendirmesini yapmıştı. Nitekim Gürcan tespitlerinde haklı çıktı ve Türkiye; Yunanistan, Mısır, GKRY, İsrail gibi ülkelerin oluşturduğu bloğa karşı müttefik arayışına girdi.
Türkiye’nin bölgede sürdürdüğü sondaj çalışmalarına dair çok sayıda ülke, sayısı giderek artan şekilde kınama yayınlarken; AB de yaptırım dâhil olmak üzere birçok caydırıcı hamle girişiminde bulundu.
Ankara, Doğu Akdeniz’de aradığı müttefiki sonunda Trablus’ta buldu. Ankara ile Birleşmiş Milletler arasında imzalanan Mutabakat Muhtırası, deniz yetki sınırlarını belirledi. Deniz Yeyki Alanlarının Sınırlandırılması Konusundaki Mutabakat Muhtırası, Tobruk ve Atina hükümetlerinin büyük tepkisini çekti.
AKP’nin kurucularından olan eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, T24’e yaptığı değerlendirmede, bu sorunun cevabıyla ilgili olarak, “Türkiye’nin Tobruk hükümetiyle yakın ilişkileri yok. Hatta takriben bir yıldan beri Türkiye’nin Tobruk hükümetine askeri destek veren Hafter kuvvetlerine insansız hava araçlarıyla saldırılar dahi düzenlemiş olduğu anlaşılıyor” değerlendirmesini yaptı.
Yakış, Ankara’nın dış politikasındaki bir ‘ikircikliliğe’ de dikkat çekerek, “Gerçi Türk hükümeti Trablusgarp hükümetinin Birleşmiş Milletler teşkilatı tarafından tanınmış olmasını da gerekçe olarak kullanıyor ama Suriye’de rejim karşıtı silahlı muhalefeti destekliyor olması, bir çelişki olarak ortada duruyor” diye konuştu.
Sözcü gazetesi yazarı Rahmi Turan, “Libya Macerası” başlıklı köşe yazısında Ankara’nın “Sarraj İhvancı olduğu için” Trablus’a asker gönderme kararı aldığını iddia etti. İYİ Parti Uluslararası İlişkiler Başkanı Ahmet Kamil Erozan da konu ile ilgili olarak “Bunun arkasında o bölgede kalmış son kale diyebileceğimiz Müslüman Kardeşler rejimine bir destek var” demişti.
Türkiye ile Trablus arasında askeri iş birliği konusunda da bir mutabakat muhtırası imzalandı.
Askeri iş birliği hakkındaki Mutabakat Muhtırası şunları içeriyor;
– Taraflar arasında iş birliği; Libya’da polis ve askeri sorumlulukları içeren Ani Müdahale Kuvveti kurulmasına Türkiye tarafından eğitim, danışmanlık, tecrübe aktarımı, planlama ve malzeme desteği verilmesi;
– Talep edilmesi halinde Türkiye ve Libya’da müşterek bir Savunma ve Güvenlik İş Birliği Ofisi kurulması
– Eğitim, teknik bilgi, destek, geliştirme, bakım, onarım, kurtarma, imha, liman ve müşavirlik desteği sağlanması
– Mülkiyeti elde olmak kaydıyla kara, deniz ve hava araçları, teçhizatı, silahları, bina ve arazi (eğitim üsleri) tahsisi
– Kabul eden tarafın davetiyle, tarafların sınırları içerisinde Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde bulunan Kara, Deniz, Hava Kuvvetlerinin faaliyet alanlarına yönelik müşterek olarak askeri planlama, tecrübe aktarımı, eğitim ve öğretim faaliyetleri ile silah sistemi ve teçhizatın kullanımına yönelik eğitim ve danışmanlık hizmeti verilmesi
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan talep edilirse Türkiye’nin Trablus’a askeri destek sunabileceğini söylemişti. Bu açıklamadan kısa süre sonra 27 Aralık 2019’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden beklenen resmi talep geldi ve tezkere tartışmaları başladı. CHP, İyi Parti ve HDP’nin karşı çıktığı tezkere, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi. Tezkere kararı kısa süre sonra 4 Ocak 2020’de Resmi Gazete’de yer aldı.
Tezkere ile TBMM tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, ‘süresi, sınırı ve kapsamı Cumhurbaşkanı’nca belirlenmek üzere Libya’ya TSK unsurlarını göndermek için bir yıllık yetki’ tanındı.
Eski Dışişleri Bakanı Yakış konuyla ilgili olarak “Ön planda görünen nedenlerden biri, Türkiye ile Libya hükümeti arasında imzalanan askeri işbirliği mutabakat muhtırası çerçevesinde Libya tarafından yapılan yardım talebini karşılamaktır. İkincisi de, Türkiye’nin Libya’da iş yapan müteahhitlerinin çıkarlarını güvence almaktır” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye ile Trablus’un Doğu Akdeniz’deki işbirliğine de değinen eski AKP’li bakan, “Türkiye bunu yaparken Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusundaki mutabakat muhtırasının uygulanması hususunda Libya hükümetiyle işbirliği yapmayı ve böylelikle o mutabakat muhtırasının uygulanmasında Libya’nın işbirliğini güvence altına almayı hedeflemiş oluyor” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Pazar gecesi (5 Ocak 2020) çıktığı CNN Türk ve Kanal D televizyonların ortak yayınında özetle şunları söyledi:
Erdoğan, 6 Ocak’ta Milli İstihbarat Teşkilatı binasının açılışında yaptığı konuşmada da, “MİT, Libya’da üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getiriyor” dedi.
Libya’ya Türk askerinin gönderilmesinin gündeme gelmesinden bu yana Ankara’nın “ikinci bir Suriye tehlikesine bulaştığı” yorumları yapılmaya başladı.
Hükümetin Suriye politikasını sıklıkla eleştiren AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’a göre Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği harekât ile Cumhurbaşkanı’nın hali hazırda başladığını duyurduğu Libya operasyonu arasındaki benzerlikler ile farklılıklar şöyle:
Benzerlikler:
|
Farklılıklar:
|
Kaynak: T24/Metin Kaan Kurtuluş
GENEL
22 Kasım 2024GENEL
22 Kasım 2024GENEL
22 Kasım 2024ASAYİŞ
22 Kasım 2024GENEL
22 Kasım 2024GENEL
22 Kasım 2024ASAYİŞ
22 Kasım 2024